Burak Bıyıktay’ın siyah – beyaz hayatı…
Beşiktaş Sompo Sigorta’nın Başantrenörü Burak Bıyıktay, Beşiktaş Dergisi’ne özel açıklamalarda bulundu.
“Türkiye Basketbol Federasyonu’nun düzenlediği “Coaching Clinic”’lere katıldım. Ayrıca Eğitim Kurulu’nun verdiği derslere, eğitmen olarak iştirak ettim. Burada genç antrenör adaylarına eğitimler verdim. Yurtdışında düzenlenen seminerleri yakından takip etmeye çalıştım. Bu süre zarfında kendimi sürekli güncelledim. Tabii sadece Beşiktaşımızı değil, doğal olarak ligin tümünü takip etmeyi de sürdürdüm. Elbette Beşiktaşlı olmamızdan dolayı takımımızın her maçını izlemeyi sürdürdüm.
20 yıl Beşiktaş için çalışmış biriyim. Bunun 10 senesi aktif sporcu olarak (5 yılı kaptan olmak üzere) kalan 10 senesinde de, hem altyapılarda hem de A Takım seviyesinde antrenör olarak hizmet verdim. Buradaki en önemli şey mali disiplini sağlayabilmek. Kendi gelir ve giderlerinde dengeli bir yapı ortaya koymak. Çünkü günümüzde başarıdaki en önemli kriter budur. Gönül ister ki etkili ve güçlü transferlerlerle iyi bir takım kurabilelim. Ancak her kulübün kendi realitesi var. Beşiktaşımız’ın da kendi gerçekleri var. Dolayısıyla buradaki en önemli amacımız kendi imkanlarıyla yoğrulan, kendi bütçesi içinde hareket eden ve altyapılardan oyuncu yetiştirerek, kendi yapısı içinde kavrulan bir takım yaratmak. Tabii bunu yaparken de oyunucuların uzun yıllar kulübe hizmet vermesini sağlamak. Bence kulübümüzün en önemli öncelikleri bunlar olmalı. Burada bir hikaye yaratmamız lazım. Yeni bir proje ve anlayış ortaya koymamız lazım. Bunun için geldik ve bunun için çalışacağız. Ancak bu sene durum biraz farklı. Çünkü benim kurmadığım bir takımla yol alıyoruz. Geldiğimde ayrılan oyuncularımız oldu. Fakat takımda kalanlar bu anlayış için özverili davranmayı seçtiler. Takımlarına sahip çıktılar. Zaten gelir gelmez de müthiş bir ivme kazandık. İnşallah böyle devam ettireceğiz.
Bu tabii ki sadece Beşiktaş’ın sorunu değil. Şu anda basketbolumuzun en büyük sıkıntılarından biri. Tüm takımlara baktığımızda son bir kaç yılda, üst seviyede oyuncu yetiştirmiş bir kulübümüz malesef yok. Bazı gençler dikkat çekse de elit seviyelere çıkan bir oyuncu göremiyoruz. Şu oyuncu hem NBA hem de Euroleague seviyesine çıkabilir gözüyle baktığımız bir oyuncu göremedik henüz. Bunun için kesinlikle daha organize çalışmak gerekiyor. Artı daha uzun vadeli planlar yapmak lazım. Bir-iki senelik değil en az beş-altı yıllık planlarla haraket etmek gerekiyor. Bir-iki hedef oyuncu belirleyip, bunların üzerinde yoğunlaşmak lazım. Bu çocuklara da “A Takım” seviyesinde şans vermek gerekiyor. Bazı oyuncular için böyle bir kanı oluşuyorken bir bakıyorsunuz bir-iki yıl sonra başka takımlara gidiyorlar ya da basketboldan uzaklaşıyorlar. Her yerde söylediğim bir şey daha var. Bence bu sadece takımların sorunu değil, eğitimsel bir sorun. Özellikle altyapılarda çalışan antrenörlerimizin bu konularda daha dikkatli davranması lazım. Oyuncuları eğitirken önlerine koydukları hedefleri çok iyi belirlemeleri gerekli. Oyuncuyu motive ederken büyük düşünmeleri konusunda da motive etmeleri gerekli. Oyuncuların da çok çalışmanın önemini iyi kavraması önemli. Euroleague’in elit oyuncularına bakarsanız, bireysel antrenmanları en az takım antrenmanları kadar önemserler. Bizim de bu bakış açısını öncelikle kafalara sokmamız lazım. Burada eğitim sistemimiz de devreye giriyor. Hem okulun hem de basketbol hayatlarının birbirine paralel ve iyi planlanması şart. Bu da tabii ki devletimizin politikalarıyla alakalı. Bakın NCAA’lere lig demezler, program derler. Oyuncu o atmosfere girdiği anda tüm hayatının okul ve spor üzerinden planlar. Her adımını buna göre uyumlu hale getirir. Bizim de bunun gibi bir eğitim sistemi oluşturmamız lazım.
McKissic daha önceden de tanıdığım bir oyuncuydu. Ne kadar özel bir silah olduğunu biliyordum. Bu sene patlayıcı kuvvetinin yanında şutunu da geliştirdi. Üçlükleri daha bir cesaretle atmaya başladı. Bu da onu daha üst seviye bir oyuncu haline getirdi. Bu takımın en önemli parçası oldu. Bir de şunu özellikle söylemeliyim ki gerçekten iyi bir karaktere sahip. Neredeyse 36-37 dakika sahada kalıyor ve konsantrasyonunu hiç kaybetmiyor. Sahada olmayı seven bir oyuncu. Dolayısıyla Beşiktaş’ın en parlayan oyuncusu gibi görünüyor.
Yapı olarak gereksiz sert tutum sergileyen biri değilimdir. Bu tip yaklaşımlardan yana olan bir koçta olmadım. Genelde saygı ve sevgi çerçevesinde ilişkilerimi yürütürüm. Oyuncularımdan ve teknik ekipten istediklerimi aldığım müddetçe sert davranışlar göstermeye ihtiyaç duymam. Şu ana kadar ekibimle ve oyuncularımla uyumlu bir ortamdayız. Ancak işler aksarsa elbette sesimizi yükseltiriz. Ancak bu asla hakaret seviyesinde olmaz. Sonuçta herkes işini yapmanın derdinde.
O sezon yarı final oynayan başarılı bir takımdık. Durum böyle olunca yabancı bir oyuncu istediğimi yönetime bildirmiştim. Açıkcası aklımda bir-iki isim de vardı. Ancak bir anda Allen Iverson ismi gündeme bomba gibi düştü. Haber o zaman ki yöneticimiz Şeref Yalçın tarafından bana iletilmişti. Allen Iverson’ı isteyip istemediğim soruldu. Doğal olarak ben de istemediğimi söyledim. Çünkü Iverson çok büyük bir isim ve çok büyük bir kariyerdi. Ancak basketbolu bırakmış bir oyuncuydu. Sağlıklı bir durumda geleceğine inanmamıştım. Iverson gibi büyük bir isim gündeme gelince yönetim almakta ısrar etti. Tabii bu durum bizim ülkemizle beraber Amerika’da da büyük bir gündem yarattı. Daha sonra Amerika’ya gittiğimde herkes Iverson’ı ve Beşiktaş’ı soruyordu. Ben onun takıma verimle bir oyun ortaya koyacağına başından beri hiç inanmamıştım. Tam o dönemlerde mali sıkıntılarımız da vardı ve Iverson gibi bir isime harcama yapınca takımın genelinde bir huzursuzluğa da neden oldu. En başında Iverson ismi gündeme gelseydi ve bir ara transfer olmasaydı belki bambaşka bir yapı oluşturacaktık. Ancak olmadı. Ben kısa bir süre sonra ayrıldım. Hemen akabinde de Iverson ülkesine döndü. Sanıyorum toplamda on maç kadar sahaya çıktı.
Çok üzücü bir kayıp. İyi oyunculuğunun dışında önemli bir karakterdi. Yirmi yıl boyunca aynı takımın formasını giymesi, simge olması, beş NBA şampiyonluğu, iki MVP ödülü alması mükemmel bir sporculuk kariyeri örneğidir ama bunun haricinde dünyadaki bir çok insana dokunabilmiş olması karakterinin de eşsizliğini gösteriyor. Michael Jordan’ın veliahtı olarak gösteriliyordu ve en az onun kadar başarılı bir sporcuydu. Haberi aldığımda çok üzüldüm.
En sevdiğim şey müzik dinlemek. Caz müziğinin her türünü dinlemeyi seviyorum. Film ve dizilerle de aram çok iyi. Netflix bu açıdan çok iyi oldu. Platformdaki belgeselleri izlemek çok keyifli. Biraz yavaş ve ağır tempoda olsa da, iyi bir kitap okuyucusuyum. Eşim bu konuda bana çok takılır. Başladığım bir kitap hakkında “bu sene bitirir misin acaba?” diye de takıldığı oluyor. Bir ara hızlı okuma kurslarına da gittim.”
(Bjk.com.tr)