Roberto Hilbert: Beşiktaş’ta oynamak onurdur
Eski futbolcumuz Roberto Hilbert, Beşiktaş Dergisi’ne özel açıklamalarda bulundu.
Hilbert’in röportajından satırbaşları şöyle:
“Stuttgart ile sözleşmem bitmişti. Almanya’dan birkaç takım teklif yapmıştı ama menajerim bir değişiklik isteyip istemediğimi sordu ve bana Beşiktaş’ın teklifinden bahsetti. Futbolla az da olsa ilgilenen herkes Beşiktaş’ı biliyordur. Beşiktaş, Türkiye’nin üç büyük takımdan biri diye bilinir ancak Türkiye’ye geldiğimde tek büyük olduğunu gördüm. Okul çağımda çoğu arkadaşım Türk’tü. Başka takımlara sempati duyan birçok arkadaşım vardı. Beşiktaş’ta güzel işler yapıp onları kızdırma fikri kulağa hoş gelmişti!
Türkiye’deki Türk’ler ile Almanya’daki Türk’lerin birbirlerinden çok farklı olduğunu gördüm. Türkiye’de her şey çok karışık ama bir o kadar da güzel. 7/24 uyumayan bir şehir İstanbul. Ümraniye’ye yakın oturmama rağmen bunu gördüm. Kulüp bana her türlü yardımı sağladı. Mesela bir defasında notere gitmiştim kulüpten biriyle. Öncesinde beni uyarmıştı, sıram geldiğinde bir an bile tereddüt etme demişti. O an anlamamıştım, ve sıram geldiğinde ‘merhaba’ demek istedim, o sırada önüme biri geçti ve sıramı kaybetmiştim!
Takım çok iyiydi. Quaresma ve Guti gibi yıldızlar transfer edilmişti, o yüzden ben biraz ikinci planda kalmıştım. Yabancı kuralı da olunca, yerim için mücadele etmem gerekmişti.
Almanya’da forvet bile oynamışlığım var. Fakat tercih ettiğim ve tarzıma uyan pozisyon sağ bektir. Klasik anlamda bir sağ bek değil, biraz ofansif yönüm var, ileri çıkmayı severim.
Beşiktaş’ta üç güzel yıl geçirdim. İlk yılımda ligde istediklerimizi gerçekleştiremedik ama Türkiye Kupası’nı kazandık. O maçta penaltıyı kaçırmama rağmen Rüştü kurtarış yaparak beni ipten aldı. Ertesi sene UEFA Kupası’nın çeyrek finaline ramak kala Atletico Madrid’e elendik. Aslında Beşiktaş bir geçiş süresi yaşıyordu. Çok dene-gör taktiği vardı ve vizyon olarak bizden ne istendiğini yeni yeni öğreniyorduk.
Olcay’ın son dakika golü ile Fenerbahçe’yi 3-2 yendiğimiz maç. Tam sevinemedim o gole çünkü stat yıkılacak sanmıştım. Kendimi kurtarayım diye düşünmüştüm. Beşiktaş’tan yükselen o sesle Kadıköy’deki evler sallanmıştır. Yıllar sonra İnönü Stadyumu’nu yıktılar diye duydum. ‘Galatasaray’a son dakika golü atıp şampiyon mu olduk’ diye sordum, hayır iş makinaları yıktı dediler!
Taraftarlarımızı tarif edecek kelime yok. Hangi ifadeyi kullansam yetersiz kalır ve hakkını vermez, o yüzden susuyorum. Almanya’ya dönüp Leverkusen için oynamaya başladığımda bile Beşiktaş’ın tezahüratları kulağımda çınlıyordu. Bazen tribüne bakıp gerçekten orada Beşiktaşlı var mı diye kontrol etmiştim. Bir keresinde hakem sağolsun, Galatasaray’a karşı 2-0 gerideydik ve ikinci sarı karttan kırmızıyı görmüştüm. Soyunma odasının yolunu tutmam gerekliydi, ama girişi tribünlere çok yakındı. Açıkcası o tarafa gitmekten çekindim, ama yaklaştıkca tribünlerin kırmızı kart gören bir oyuncuyu alkışladığına ilk defa şahit oldum.
Beşiktaş’ta oynamak bir onurdur. Ama bu formayı giyeceksen, o formanın anlamını bilmeden üstüne geçirmemen lazım. Beşiktaş taraftarı için şampiyonluk ve kupalar nasıl önemli değilse, çok iyi oyuncu olmanız da hiç önemli değil. Taraftarlarımız her şeyini Beşiktaş’a adamışlar. Bir futbolcunun sahada yığılıncaya kadar her şeyiyle mücadele ettiğini gördüklerinde o futbolcuyu tutarlar. Herkes bunu böyle bilsin. Kariyerimin çoğunu Almanya’da geçirdim ama en büyük destekçilerim Türkiye’de.
Beni en çok üzen ise gittikten sonra eski bir yöneticinin arkamdan konuşmasıydı. Kendi başarısızlığını örtbas etmek için sanki parayı tercih ettiğimi duyurdu medyaya. Bunu benden sonra birkaç başka futbolcu için de söylemişti. En sonunda kendisi kaybetti. Ben kalmak istiyordum. Her türlü fedakarlığı yapıp şu an Beşiktaş’ta antrenör olmak isterdim.
Modern teknoloji ile her şey daha mümkün. Ernst, Ersan, Sivok, Oğuzhan ile halen görüşürüm. Beşiktaş’a benden sonra gelen Mario Gomez, Andreas Beck, Michael Fink, Veli Kavlak ve Tanju Kayhan beni arayıp bilgi almışlardı.
Mario Gomez hala arkadaşımdır. Ümit milli ve A milli takımda beraberdik. Bence Almanya’nın en iyi forveti ama bir o kadar da mutevazi. Artık Stuttgart’ın başarısı için çalışıyor.
Hayatım boyunca 14 antrenör ile çalıştım ve hepsinden farklı şeyler öğrendim. Şimdilerde yaptığım antrenörlük mesleğinde hepsinin emeği var. Schuster Almanya’da bir efsanedir, çok fazla söz düşmez bana. Tayfur çok iyi bir insan öncellikle. Almanca konuşması da cabasıydı. Carvalhal’in şansızlığı diğerlerine nispeten isminin çok duyulmamasıydı. Samet Aybaba ise tam eski kurt, tilki gibi kurnazca rakibi okuyordu. Bence Türk efsanesi Samet Aybaba’dır.
Türkiye’deki insanları özlüyorum. Bursa’daki kayınvalidemin elini öpmeye çok sık giderim. Kayınbiraderim Benyamin Fuchs İzmir’de Bucaspor’da oynuyor, eşimin kuzeni Orkan Çınar da Beşiktaş’taydı. Eşim yarı Avusturyalı yarı Türk. Bir de Adana kebabı özlüyorum. Söylemeden geçemedim.”
(Bjk.com.tr)