Bir deplasman anısı: Kadıköy’ün fethi!
Abcspor.com yazarı Olcay Nurlu’nun yazısı.
Tüm insanlığı saran virüs belasından dolayı hayatın felç olduğu ve benim gibi halen çalışmak zorunda olanlar dışında kalan kitlelerin evlerine kapandığı bir süreçte, insanların dertlerinden biri de can sıkıntısı. Bu zorlu dönemde kanaatimce problemlerin en küçüğü bu olsa da, bu can sıkıntısını kısa süreliğine de olsa giderecek ve futbola olan özlemimizi bir nebze giderecek bir yazıyı kaleme almak istedim. Aklıma ilk gelen de, 26 senedir gittiğim yüzlerce maç arasında bir numaraya koyduğum, hayatımın maçı olarak gördüğüm bir deplasman hikayesi oldu. Aynı zamanda Beşiktaş’ın tarihinde de önemli bir yeri olan Fenerbahçe maçlarından biri. Evet, 17 Nisan 2005’e götürmek istiyorum sizleri 🙂
2004/2005 sezonu Beşiktaş için çok kötü başlamış, ilk 8 haftada 1 galibiyet ile şampiyonluk umutları çok erken tükenmişti. Büyük umutlarla göreve başlayan dünyaca ünlü teknik direktör Vicente Del Bosque alınan sonuçların sonrasında ancak ligin ilk yarısının sonuna kadar dayanabilmiş ve sonra görevden ayrılmıştı. Yerine gelen isim yabancı değildi, Beşiktaş tarihinin en çok forma giyen futbolcusu unvanını taşıyan efsane Kaptan Rıza Çalımbay’dı.
Rıza hoca ile ligin ikinci yarısına çok iyi başlamıştı Beşiktaş, o dönem kombinemin olduğu Kapalı Tribün’de de locaların yıkılmasıyla birlikte her maçta müthiş atmosfer oluşturuyor, takıma büyük bir itice güç sağlıyorduk. Ligin son çeyreğine girildiğinde Fenerbahçe şampiyonluğun en büyük adayı durumuna gelmişti. Beşiktaş ise ikinci yarının lideri olmasına karşın şampiyonluk iddiasına sahip değildi. Ligin ilk yarısında İnönü Stadı’nda 2-1 Beşiktaş’ın kazandığı derbinin rövanşı 28.haftada Kadıköy’de oynanacaktı…
Beşiktaş tribünleri için Fenerbahçe maçları her zaman bir başka anlam taşır, bilen bilir.
Bunun sebebi taa 1970’li yıllardaki tribün mücadelelerine dayanmaktadır.
O yıllarda bu iki takımın taraftar grupları stat dışında da en büyük mücadeleleri vermiştir, bir diğer büyük takım Galatasaray ise tribün anlamında 2000’li yıllara kadar gölgede kalmıştır.
Bu nedenle eskiden beri süregelen tribün geleneklerinden ötürü, Beşiktaş taraftarı için Kadıköy deplasmanları her daim daha özeldir, bu halen de devam eden bir özelliktir.
17 Nisan’da oynanacak derbinin atmosferine Beşiktaş tribünü önceki haftalardan girmişti ve herkes sabırsızlıkla bu maçı beklemekteydi. O dönem 18 yaşında maç kaçırmayan ateşli bir taraftar olarak bu durumun yakın şahidiydim. O zamanlar derbi deplasmanlarına gidebilecek olanlar şimdiki gibi dernekler aracılığıyla oluşturulan listelere ismini torpille yazdırarak belirlenmiyordu, ama yine de bilet bulmak kolay değildi. Maç günü geldiğinde biletim yoktu, ama umudum vardı 🙂
70’li yıllardan beri Beşiktaş tribünlerinin müdavimlerinden olan babam, eski olaylı maçlardan gelen tecrübesinden olsa gerek, bu maça gitmemi kesinlikle istemiyordu. Doğrusu ben de yaşım gereği henüz pek de aklıselim hareket edecek tecrübede değildim! Maç sabah 9’da heyecanla uyanıp bir bahaneyle Üsküdar’daki evimizden çıkarak Beşiktaş’a, Köyiçi’ne gittim. Zira bilet bulma şansımın olabileceği yegane yer semtimizdi. Bir süre umutsuzca sağı solu araştırdım, amacıma ulaşamadım. Öğlen saatlerinde Çarşı’da tribünün önde gelenleri toplanmaya başlamışken cesaretimi toplayıp yanlarına gittim ve yalvarır bir ses tonuyla nasıl bilet bulabileceğimi sordum. Sonradan adının Ömer olduğunu öğrendiğim esmer bir arkadaş halime güldü (biraz da acıdı sanırım!) “tamam lan tamam dur bakalım bir arayayım” diyerek telefonu çevirdi. Kısa bir konuşmadan sonra bana döndü ve “Yıldız Yokuşu’nu çıkarken soldaki iddaa bayisinin oraya git, Optik abi orada, sana yardımcı olur” dedi. Heyecanım daha da arttı, tribünde sürekli yüz yüze olsak da birebir tanışıklığım olmayan Optik Başkan lakaplı Mehmet abimizle de tanışmış olacaktım. Koşar adımlarla söylenen yere gittim, Optik Başkan bayinin önünde elinde kağıt kalem, kupon doldurmaktaydı. Nefes nefese kalmış bir vaziyette beni kimin gönderdiğini ve bilet aradığımı söyledim. “Adın ne kardeşim?” dedi, “Olcay” dedim. Ankaragücü maçı ne olur Olcay?” dedi. Ne cevap verdiğimi hiç hatırlamıyorum, bir şeyler saçmaladım Kuponu doldurduktan sonra Optik abi hiç bilet kalmadığını, olsaydı mutlaka vereceğini söyledi. Ama paran varsa karaborsa satanlar var, sorayım senin için dedi. Cebimde 45 liram vardı, bizim tribünün biletleri de yanılmıyorsam buna yakın bir fiyattaydı. Telefonda konuştuğu adam 50 lira fiyat verdi, “abi yeminle 45 liram var” dedim. Optik abi telefondaki adamı biraz azarlayıp 40 liraya düşmesini sağladı. Bana dönüp “5 lira da harçlığın kalsın” dedi. Optik Başkan hakkında anlatılanların ne kadar doğru olduğunu yaşayarak tecrübe etmiştim, defalarca teşekkür ederek yanından ayrıldım ve gidip bileti aldım. Sevinçten yerimde zor duruyordum, deplasman kafilesinde yer alabilecektim! Hemen telefonu elime alıp maçlarda Kapalı’da devamlı beraber takıldığımız arkadaşım Ahmet Tavlaşoğlu’nu aradım. O da bilet bulmuştu, sevincimiz daha da arttı.
Beşiktaş taraftarının maça gidiş güzergahı vapur yoluyla Beşiktaş’tan Kadıköy’e gidiş şeklinde belirlenmişti. (Zaten bu maç Kadıköy’e vapurla gidilen son maç oldu) Fotoğrafta da görüldüğü şekilde yüzlerce Beşiktaşlı’nın salkım saçak şekilde doldurduğu vapurda yerimizi aldık. Tezahuratlarımızla boğazı inletiyorduk, daha denizin ortasına gelmeden sesimiz Kadıköy’e ulaşmaya başlamıştı! Daha sonraki yıllarda tribünün en meşhur isimleri arasına giren Sarı Emrah’ın bir ara vapurun direklerinden tepeye doğru tırmandığını gördük. “Ne yapıyor bu” derken bir anda vapurun sirenleri durmaksızın çalmaya başladı! Emrah isteyerek mi istemeden mi bilmiyorum ama vapurun kornasını bulmuş, öttürüyordu!
Vapur Kadıköy iskelesine yaklaşırken iyice havaya girmiş, meşaleleri yakmıştık. Kıyıda yan yana dizilmiş çok sayıda polis bizleri beklemekteydi. Aynı zamanda çok sayıda kameralar da gözümüze çarpıyordu. Tabii ben maça babamdan gizli gittiğim için gün boyunca kameralardan kaçmaya çalıştım. Telefonda babama maçı kızlı erkekli bir grup arkadaşla bir cafede izleyeceğim yalanı söylemiştim, o da beni kıramamıştı. (Bu yazıyı okuyunca 15 sene sonra gerçeği öğrenmiş olacaksın, kusura bakma baba!)
Vapurdan indik, polis kalkanlarının arkasındaki bir grup Fenerbahçe’li bizlere küfürler ederken, polis de bizimkileri hizaya sokmaya çalışıyordu. Ama bu kolay olmadı, galeyana gelen Beşiktaş’lılardan bazıları depara kalkmış ve Fenerbahçe’lileri kovalamaya başlamıştı. Bu esnada kıyının karşı tarafında yer alan bazı dükkanlar da maalesef zarar görmüştü. Biz arkadaşımla olabildiğince kargaşadan uzak kalmaya çalışıp, bir an önce bizi stada taşıyacak otobüslerden birine kendimizi attık, çünkü olaylara karışanlar doğruca karakola götürülüyordu. Maça girememek en çok ödümüzü koparan şeydi. Neyse ki kazasız belasız stada vardık.
Arkadaşım Ahmet’in önceki aylarda kendi imkanlarıyla yaptırdığı ve Akatlar’daki basketbol maçlarında da açtığımız (fotoğrafta görülebilir) bir pankart vardı.
“Bir gün hiç Fenerli kalmayacak” 🙂 Fenerbahçe’nin meşhur sloganına ithafen yaptırdığı bu pankartı Kadıköy’deki tribünümüzde de açmayı istiyorduk.
Ancak stada girerken polisler anlamsız bir şekilde pankarta el koydular.
Üzerinde ne yazdığına bile bakmadan elimizden alıp, maç sonu geri alabileceğimizi söylediler.
Maça daha yaklaşık 4 saat vardı ve stadın büfeleri kapalıydı! Tuvaletler ise berbat bir durumdaydı. Dönemin F.bahçe yönetiminin bu rezil stratejisi nedeniyle (maçtan sonra da yaklaşık 2 saat bekletileceğimizi hesaba katarsak) 8 saat kadar bir süre aç susuz bir şekilde beklemek zorunda kalacaktık! Yine de keyfimiz yerindeydi, Kadıköy’ü tezahuratlarımızla inletmeye devam ediyorduk. Maçın ise ne kadar unutulmaz bir maç olacağından elbette habersizdik.
Rıza hocanın Beşiktaş’ı maça gayet cesur bir oyunla başladı. İlk golü bulan Tümer’le biz olduk. Sonra Fenerbahçe büyük bir baskı kurdu ve beraberliği buldu. Bu dakikalarda açıkçası üstün oynayan taraf evsahibiydi. Ancak buna rağmen ilk yarı bitmek üzereyken Beşiktaş Carew’in golüyle tekrardan öne geçti. Gol sonrası çektiğimiz üçlüyü tüm stat sus pus bir şekilde dinledi. İkinci yarıda doğal olarak Fenerbahçe şampiyonluk hedefiyle tüm gücüyle saldıran taraftı. Son 20 dakikaya girmek üzereyken Fenerbahçe bir gol daha atarak yeniden beraberliği buldu. Tüm tribünleri havaya girmiş ve artık maçı ele aldıklarını düşünmeye başlamışlardı. 2-2’yi bulmalarından sadece 7 dakika sonra bu kez İbrahim Akın sahneye çıktı ve yaklaşık 25 metreden bazuka gibi bir şutla ağları sarstı. Sevinçten kendimizden geçmiştik, artık maçı alacağımıza çok inanmıştım.
Ancak bitime 12 dakika kala hakem Fenerbahçe lehine skandal bir penaltı çaldı. Hemen yakınımızda olan kale önündeki pozisyonu net şekilde görmüştük, isyan ediyorduk. İsyan edenlerden biri de kalecimiz Cordoba’ydı. İtirazlarını fırsat bilen hakem onu da oyundan atınca bir anda işler karıştı. Çünkü Beşiktaş 3 oyuncu değişikliği hakkını da kullanmıştı. Kural gereği Cordoba’nın yerine kaleye futbolculardan biri geçmek zorundaydı. Hücum oyuncularımızdan Pancu gönüllü olup kaleye geçti. Kazanılan penaltıda Alex vurdu, Pancu köşeyi bilse de gole engel olamadı.
Skor bir kez daha eşitlenmiş ve 3-3 olmuştu. Tarihi bir maça tanıklık etmekteydik, artık bundan fazlası olmaz diye düşünüyordum. Açıkçası kalemizde kaleci yokken ve 10 kişi oynarken böyle bir deplasmandan beraberlik çıkartmak çok iyi sonuç olacaktı. Kalan süreyi bir şekilde gol yemeden bitirsek razıydım. Ama kalede kaleci yerine bir futbolcu varken bunu nasıl başaracaktık, onu bilemiyorduk!
Fenerbahçe bu dezavantajımızı değerlendirmek için şut üzerine şut çekiyordu. Pancu ise beklenenin aksine bu şutlarda kalesinde devleşiyor ve üst üste kurtarışlar yapıyordu! Fenerbahçeliler maçın stresiyle sessizleştikçe, bizler takımımızın muhteşem mücadelesinin verdiği coşkuyla 2000 kişilik koro olarak 50000 kişiye Beşiktaş seslerini dinletmeye devam etmekteydik. Artık maçın bu şekilde bitmesini umarken Beşiktaş bir atağa kalktı. Ayağa paslarla rakip ceza sahası yayına kadar getirilen top Koray’ın önüne çıkartıldı. Koray gelişine yerden bir vurduuuu….
30 saniye kadar sonra kendime geldiğimde yaklaşık 8-10 sıra aşağıdaydım. O golün sevincini görmeliydiniz, tribünde hepimiz çıldırmış gibiydik! Gol öncesi tribünün en arka sırasındaki “Asya Kartalları” pankartının önündeydik. Golden sonra ise tribünün ortalarına gelmiştim! Önüme kim gelirse sarılıp birbirimizi öpüyorduk! Maç bu vaziyete gelmişken ve Fenerbahçeliler galibiyet golünü beklerken, o golü bizim bulmuş olmamız tüm stadı şoka sokmuştu! 4. golümüz sonrasında öyle bir üçlü daha çektik ki, muhtemelen Kadıköy’ün tüm mahallelerinden duyulmuştur! 🙂
O golden sonra kalan sürede skoru koruduk, hatta son saniyelerde bir topumuz daha direkten döndü inanır mısınız! Kalecisiz ve eksik halimizle nerdeyse 5’lik yapacaktık Fenerbahçe’yi..
Son düdük çaldı, Fenerbahçe tribünleri boşaltılırken biz inanılmaz bir coşkuyla galibiyeti kutluyorduk. Son golden sonra birbirimizi kaybettiğimiz arkadaşım Ahmet’i de maçın bitiminden birkaç dakika sonra bulabildim 🙂 O zamanki cep telefonlarının dandik kamerasıyla altta gördüğünüz fotoğrafı çektik. (Sağdaki benim) Zafer sarhoşluğuyla stattan çıkarken, getirdiğimiz pankartı da statta unuttuk! 🙂
Maçın bitiminden yaklaşık iki saat sonra çıktığımız stattan yürüyüşe geçerek kortej halinde marşlar söyleyerek Altıyol’dan Kadıköy’e doğru inmeye başlamıştık. O sezonun en iyi futbolunu oynayan ve sezon sonunda hak ettiği şampiyonluğa da ulaşan Fenerbahçe’nin taraftarları pencerelere çıkmış, bizler geçerken alkışlıyorlardı. Bir daha tekrarlanması mümkün olmayan inanılmaz bir galibiyet aldığımızı o an tekrar idrak ettim ve gurur duydum. Hayatımın en mutlu anlarından biriydi.
Beşiktaş – Fenerbahçe derbileri son çeyrek yüzyılına yakından şahit olduğum ülkemiz futbolunda her zaman en çekişmeli, en heyecan dolu derbiler oldu. Bunların en unutulmaz olanını çıplak gözlerle izleyebilmiş olduğum için de daima çok şanslı hissettim.
O maç benim Kadıköy’de gidebildiğim son derbi oldu, maç öncesi çıkan arbedelerin de etkisiyle sonraki sezondan itibaren deplasman tribününe seyirci alınmaması uygulamasına başlandı. Bu yasak kalktıktan sonra da maalesef yazının başlarında belirttiğim gibi listeyle maça gidilmesi uygulamasına başlanınca, bir daha Kadıköy deplasmanına gitme şansım olamadı. Beşiktaş da o günden sonra bu statta hiç kazanamadı. Aslında bana sorarsanız o yıldan beri oynanan 15 lig maçının yarısını Beşiktaş rahatlıkla kazanabilirdi, ama maalesef en büyük hakem katliamları da bu stattaki derbilerde yaşandığı için o günden beri galibiyete hasret kaldık.
Belki de ben gidemediğim için kazanamamışızdır, tekrar Kadıköy’e gitme şansım olursa şeytanın bacağını kırabiliriz, ne dersiniz?
Olcay NURLU / Abcspor.com