Futbolculuk hayalleriyle dolu bir çocukluk
Abcspor yazarı Olcay Nurlu yazdı.
Fotoğrafta gördüğünüz yer, önceki gün tesadüfen geçerken fark ettiğim ve beni bir anda bir zaman yolculuğu ile 23 yıl öncesine, çocukluk yıllarıma götüren bir yer. Beşiktaş Fulya Tesislerinin üst tarafındaki Dikilitaş olarak bilinen yerde bulunan bir halı saha. Ama anılara girmeden önce hikayenin en başına dönelim…
Babam Gökalp Nurlu 1970’li yılların başlarında çocukken Beşiktaş altyapı seçmelerine katılmış ve kazanmış, ama sonrasında Üsküdar’a dönerken kulüp tarafından verilen forma takımını vapurda unutmuş! Zaten futbol oynamasına karşı olan babasından gizlice katıldığı için, tekrar kulübe gidip formaları kaybettiğini söylemeye de utandığından, belki de başarılı olacağı bir futbol hayatı ne yazık ki başlamadan bitmiş.
Ben ise babama göre daha şanslıydım, zira onun gibi futbol oynamama karşı olan bir babam yoktu, aksine destek olmak adına elinden geleni yapan bir babaya sahiptim. Ve takvimler 1996 senesinin yaz aylarını gösterirken bir gün elimden tutup beni Beşiktaş Fulya Tesislerine, o zamanlar Beşiktaş A takımının da antremanlarını yaptığı çim sahanın hemen yanındaki toprak sahada yapılacak Beşiktaş altyapı seçmelerine götürdü. Ben o sırada 9 yaşındaydım ve futbolcu olmak geleceğe dair yegane hayalimdi.
Lakin altyapıda göze batmak ve ilerlemek kolay iş değildi, bazen işleyişe akıl erdirmek de çok zor oluyordu doğrusu. O seçmelere katıldığım ilk gün, benim yaşlarımda yaklaşık 30 tane çocuğu bir sahaya sürüp yarım saat izlemişler ve içimizden sadece 2 çocuğu seçip gerisini elemişlerdi! (Babamın donemi daha betermiş, sadece 5 dakika oynayabilmiş ama o süre içinde bir kafa golü attığı için seçilebilmiş!) Benim ise o yarım saatlik süre içerisinde, onca çocuk arasında ayağıma birkaç kere top gelebilmişti zaten, dolayısıyla kendimi gösterememiş ve elenenler arasında yer almıştım. Sonuçların açıklanmasından sonra gözyaşları içinde kalmışken babam “merak etme oğlum ben seni futbol okuluna da yazdıracağım” diyerek teselli etmişti.
Aradan kısa zaman geçtikten sonra Beşiktaş Kış Futbol Okuluna kayıt ettirildim. Forma numarasını kendimizin seçtiği (ben o dönem 11 numarayı giyen Amokachi’ye özendiğim için 11’i seçmiştim) birer beyaz forma ve siyah şort kaydolanlara kulübün hediyesiydi. Evde bin bir özenle katlayıp çekmeceye koyuşum dün gibi hatırımda.
Sonra kış dönemi geldi ve Fulya Tesislerindeki halı saha bakıma alındığı için baştaki fotoğrafta gördüğünüz Dikilitaş halı sahasında futbol eğitimimiz başladı. Biz zaten her fırsatta babamla idman yapardık, mahallede, pikniklerde vs.. Bu nedenle eğitimini aldığımız bir çok şeyde tecrübem oluyordu. Genellikle topsuz koşular ve sonrasında pas, şut vb. çalışmalardan sonra antremanın sonunda 30-40 dakika süren çift kale maçlar yapardık. Bu maçlar oynanırken babam da fotoğrafta uzak tarafta duran kalenin arkasındaki tesis çatısına çıkar oradan bol bol sigara içerek beni izlerdi. Antreman sonrası eve dönerken “hadi bugünkü maçın bir kritiğini yapalım” derdi. Eğer iyi oynamışsam bol bol övgü alacağım için bundan memnun olurdum, ama kötü günümdeysem babam çok ağır eleştirdiği için o kritiği yapmayı hiç istemezdim. Bazen babam izliyor diye stres yaptığım için idmana annemin götürmesini istediğim günler bile olmuştu!
En unutamadığım anım ise bir gün çalışmaların sonundaki çift kale maçımızda yaşadıklarımdı. O gün istediğim olmuş, yelek giyen takımda yer almamıştım, direkt olarak beyaz Beşiktaş formamla oynayabilecektim. Maça çok kötü başladık, sürenin yarısına geldiğimizde benim takımım 6-1 yenik durumdaydı! Sonra hocamız hepimizin mevkiilerini değiştirdi, beni defanstan orta sahaya aldı. İkinci bölümde atak üstüne atakla skoru 6-5’e kadar getirdik. Artık son dakika gelmişti ve o sırada ceza sahasının biraz gerisinden bir frikik kazandık. Frikik atışlarında başarılı olduğum için o sırada hocalığımızı yapmakta olan Tekin Aslıhan, atışı benim kullanmamı istedi. Topu barajın üzerinden geçirdim ve tam doksandan ağlarla buluşturdum. Gözümün ucuyla golü attığım kalenin arkasından beni alkışlayan babama bir bakış attığımı ve sonra peşimdeki takım arkadaşlarımla neredeyse tüm sahayı turlayarak sevinmemizi an be an hatırlıyorum!
O sene Beşiktaş’ın Kadıköy’de Fenerbahçe’yi Sergen Yalçın’ın 90. dakikada attığı frikik golüyle 0-1 mağlup ettiği seneydi. O maçtan birkaç ay sonra o güne benzer bir anın kahramanı olmuştum ve grubumuzdaki diğer arkadaşlar birkaç hafta boyunca bana Sergen lakabı takarak onurlandırmışlardı. Çocukluğumun en güzel günlerinden biriydi…
O günden birkaç ay sonra bakımı tamamlanan Fulya tesislerindeki Hakkı Yeten Stadının toprak sahasına döndüğümüzde, bir idman günü hemen yan tarafımızdaki çim sahada düz koşu yapan Sergen’i hayran gözlerle izlediğimizi de asla unutamam!
Sonrasını da merak edenler vardır muhakkak, ne oldu da futbolculuk hayallerim yalan oldu ve şimdi sadece taraftarlıkla yetinebiliyorum. 1998’e kadar yaklaşık 2 yıl Beşiktaş’ta oynadıktan sonra, haftada 2 kez Üsküdar’daki evimizden Beşiktaş’a gidip gelmek zor olduğu için, Beşiktaş’ın o dönemki pilot takımı Selimiyespor’da oynamaya başladım. Birkaç yıl da orada oynadıktan sonra 14 yaşımda sol dizimden ağır bir sakatlık geçirdim, maalesef dizim döndü ve çapraz bağlarım koptu. Daha sonra biraz da cahilliğimden, tamamen iyileşmeden yeniden oynamaya başladığım için bu sakatlık tekrarladı ve ameliyata kadar gitti. Bu da futbol hayatımın erken bitmesine sebep oldu. Eğer bu sakatlığı hiç yaşamasaydım bir gün futbolcu olabilir miydim, bilinmez. Belki yine olamazdım, zira bu altyapı sisteminde benim gibi yeteneği olan binlercesinin -hatta benden çok daha iyilerinin- hiçbir yere varamadığının da maalesef şahidiyim.
Yine de sonunda bir yere varamasam da böyle güzel anılarım olduğu için, bir süreliğine de olsa o şanlı şerefli Beşiktaş’ımın formasını giyebildiğim için hayatımın sonuna kadar mutlu ve şanslı hissedeceğim. Ve ömrüm yettiği kadar Dolmabahçe’deki mabedimizin tribünlerinde yerimi alarak Beşiktaş’ıma tribünden de olsa destek olabilmek için ter dökmeye devam edeceğim…
Olcay NURLU
Çok duygulandım Beşiktaşlı olmak işte böyle birşey